Olcay kalkıp
geldi.Sürekli bir hareket/zaman düzleminde hiperaktif yaşam tınıları
seziliyordu.Yani herkes seziyordu bunu ama Olcay’ın sahibi bile dile
getirlemiyordu çoğu zaman.Olcay’ı saklama telaşıyla ara veriyordu bazen
olaylara bazense apaçık belli ediyordu bir Olcay’a sahip olduğunu.Kıskandırma
niyeti falan olmadığını yerli yersiz ifade ediyordu.Saat üçe geliyordu ve
anlamsızca “Rainy Night in Georgia” şarkısını aynı gece otuzikinci defa dinliyordu daha da kaç kez dinleyecek hiç birimiz
bilmiyorduk.
Bazı geceler hepimize olurdu,7 güzel arkadaştık
biz.Oturup Olcay’dan konu açardık nedensiz.Zaten nedensiz yaşıyorduk.O zengin
adamın evinde bir pikap vardı ne kendisi dokunur ne de bize izin verirdi.Ne
acı!Zengin adam pikabına değer verirdi oysa o pikap ile ne bir anısı ne de
değer verebileceği manevi bir yeri vardı.Yeri gelmişken iki cümlelik
manifestolar yazardık biz,yedi güzel arkadaş.Soğuk çay içer Olcay hakkında
konuşurduk,bir yeraltı tarikatı gibi,sessiz ve tıslayarak.
Olcay
kalkıp geldi.Yüzü mutlu bir narinlikle parıldıyordu.Aşık olmuş lanet olası
böcek,aptal aptal gülüyordu.”Kimse Olcay’sız yaşayamıyor,usta!”dedi apansız
açılıp kapanan gözleri ve derin soluk alıp verişiyle.Kafasındaki iki anten
sallanıyordu,anlamlı anlamlı bakıyordu.Lanet olası böcek,Olcay.
“Kimse
Olcay’sız düşünemiyor!”dedim.Elimde olsa ellerimde oracıkta onu öldürürdüm.Bir
Olcay’ın dünyaya ne iyiliği olabilir ki...
Lanet olası şapşal böcek...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder